Her kitap başka bir dünya
yaratıyor zihnimde, beni alıp başka
mekanlara başka insanlara götürüyor. Pembe ve Yusuf’un hikayesiyle ilkokul
yıllarıma gidiyorum. Birbirine çok benzeyen 2 sınıf arkadaşımı hatırlıyorum. Benzerlikleri o
kadar ortada ki bu iki küçük kızı ya ikiz sanırsınız yada biri diğerine göre
daha geç okula başlamış abla kardeş. İlk
bakışta sizi şaşırtan benzerlik gerçekleri öğrendiğinizde sizi şoke ediyor.
Bu birbirlerine bu kadar
benzeyen iki güzel kızın teyze-yeğen olduğunu öğrendiğimde ağzımın açık
kaldığını hatırlıyorum. Kendi teyzemin annemden bile büyük olduğu
düşünüldüğünde annemin ve anneannemin aynı zamanda hamile kalması ve teyzemle
yaşıt olabilmem o zamanlar 60’larında olan anneannemi düşününce imkansız
geliyor bana…
Ama şimdi anlıyorum o kadar imkansız olmadığını; eğer 14'ünüzde evlenir, 15'inizde doğurursanız ve
yine aynı şekilde çocuğunuzda 14'ünde
evlenip 15'inde doğurursa 30 yaşında sizinde onunla birlikte hamile
olmanız imkansız değil… evet çocuk gelinlerden bahsediyorum. Henüz 13-14 yaşında ne olduğunu bile anlamadan,
gelinlikler giyip evlendiğini sanan, hiçbir şey anlamadan geçirdiği ilk birkaç
ayın sonunda hamile olduğunu öğrenip çocuk yaşta çocuk doğuran çocuk
annelerden.
Daha küçücük yaşında kendisine
dayatılanı yapmaktan başka çaresi olmadığını düşünerek büyüdüğünden, çocukken
kucağına aldığı evladının kaderine engel olma gücünü kendinde bulamayıp sadece
dua etmekle yetinen 30 yaşındaki
anneannelerden bahsediyorum. Erkek çocuk verebilmek için 15'inden 45'ine
kadar doğurdukça doğurup kuma kabusuyla karşı karşıya kalmamak için çabalayan,
damızlıktan farklı muamele görmeyen çok çocuklu, bol kahırlı kadınlardan…
Ve yine erkeğin ayıbını
örtebilmek için arkasına saklandığı, kadının canına kendi namusunu bağladığı
töre uğruna; canından olan kocasının, kardeşinin, amcasının pisliğini son
nefesini vererek üfleyip temizleyen, yaşarken hükümsüz olan varlığını ölümüyle
anlamlı hale getirmeye çalışan yitirilmiş kadınlardan bahsediyorum. Aslında
bahsetmiyorum, hatırlatıyorum yazar da aynısını yapıyor kitabında. Ancak yazar
farklı bir yüzünü daha hatırlatıyor bu hayatların; eli kolu bağlı, seyirci kalan
ya da zorla anasının bacısının nefesine göz dikmek zorunda bırakılan
erkekliğinden utanan erkeklerden….
Dediğim gibi kitabın konusu
sürprizli değil yazar bence okuyucuyu şaşırtmaktan ziyade seyreldiği düşünülse
de hala varlığı kabul edilen töre kavramını hatırlatmaya çalışıyor ve amacına da
ulaşıyor bence…
NOT: Bu arada Pembe ve Yusuf yazarın
daha önce yazdığı, bir pansiyonda kalan 6 erkeğin hayatlarından bahsedilen Issız Adamlar Korosu'nun devamı niteliğinde olduğundan isterseniz önce
o kitabı okuyabilirsiniz.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder