30 Aralık 2015 Çarşamba

2015 YILINDA OKUDUKLARIMDAN NELER KALDI AKLIMDA?

Merhabalar
Herkes yeni yıl için dilekler tutup hesaplar yapıp kararlar alırken ben de 2015 in muhasebesini yapıp beni bu yıl okuduklarımdan hangileri etkilemiş bir bakayım istedim. Öncelikle bu kitapların bazıları 2015’te  ilk kez yayınlanmış olsa da bazıları daha eski tarihlere ait. Tek ortak noktaları benim kitaplığıma bu yıl gelmiş olmaları:) Başlamadan önce bu kitapları dercelendirmek haddime olmadığından tamamen randomize sıraladığımı bilmenizi isterim. 

TESPİH AĞACININ GÖLGESİNDE - HARPER LEE

Yazarın 55 yıl sonra yayınlanan ilk kitabı olmasının yanısıra Kasım ayında gerçekleşen TUYAP İSTANBUL KİTAP FUARI’nda yayınevinin patlattığı bomba olduğunu da söylemeden geçemeyeceğim roman yazarın BÜLBÜLÜ ÖLDÜRMEK romanının 20 yıl sonrasını konu ediyor. O yüzden o romanı okumadan bu romandaki bazı gönderme ve devam niteliği taşıyan olaylardan zevk almayabilirsiniz. Ama o romanı bilenler için şunu söyleyeyim, Scout yine aynı bildiğimiz Scout… Yavaş yavaş sindire sindire okudum, bitecek diye korka korka… Kitaptan bir alıntı yapmadan geçemeyeceğim. ‘’Çirkin bir sözcük olan önyargı ile tertemiz bir sözcük olan inancın ortak bir noktası var : Ikisi de  mantığın bittiği yerde başlar.’’ s:233 

FETHİYE ÇETİN - ANNEANNEM

Muğla’da uzun süre arayıp Tüyap İstanbul’da bulabildiğim ANNEANEM bir anlatı, ağdalı sözcükler, abartılı anlatımlar yok. Ama galiba o yüzden bu kadar sevdim. Bu arada aklıma gelmişken Metis Yayın evine sesleniyorum: Yayın evinizden sadece Murathan Mungan Kitaplarının çıkmadığını bilmeyen Muğla'daki kitap evlerinde diğer kitaplarınızı da bulabilmek istiyorum… 

OĞUZ ATAY - TUTUNAMAYANLAR 
Lisede çok erken okuyup bu yaşta çok geç anlayabildiğim, bundan dolayı çok utandığım, tanıdıkça anladıkça, kendi çağında anlaşılamamış olduğuna çok üzüldüğüm ‘’adam’’ Oğuz Atay… Tutunamayanlar yazarın aklının her köşesinde fırsat bulduğunuz okuması da anlaması da çok zor olan bir roman. Size ne konusundan bahsedebilirim ne sonundan ne başından… Geniş zamanlarda, tenha mekanlarda tek başına okunmalı. 

AZRA KOHEN - Fİ, Çİ, Pİ 

Zaten blogda yayınladığım genişçe bahsettiğim üçleme benim farkındalıklarımı arttırdı diyebilirim. Ama asıl Tüyap'ta karşılaşıp tanışma fırsatı bulunca yazarın enerjisinin beni nasıl çarptığını kelimelerle anlatamam işte Azra Hanım’a sevgilerimi iletmek istiyorum. 

HAKAN GÜNDAY - KİNYAS VE KAYRA  
Bence o ne yazsa ne karalasa okumalı insan. Her ayrıntıda gerçekliğine daha fazla inandırdığı kurgu romanları arasında bu romanın yeri bende ayrı. Geç tanıdığım için utandığım yazarlardan Hakan Günday. Yine bu yıl Tüyapta tanıma fırsatı bulunca bu kadar normal görünen bir adamın kafasından mı çıkıyor bütün bunlar diye düşünmeden edemediğimi de söylemeden geçemeyeceğim. Yazarın son romanı DAHA  da bu yıl Fransa da En iyi yabancı roman ödülünü alarak yüzümüzü ağartan işlerden oldu.

SABBİNE DARDENNE -ONİKİ YAŞINDAYDIM. BİSİKLETE BİNDİM VE OKULUN YOLUNU TUTTUM…

Böyle uzun bir ismi olduğuna bakmayın 150 sayfalık bir gerçek hayat hikayesi. Bir kadın olarak tecavüz romanları okumak  tercihlerim arasında bulunmasa da 2 küçük yaşta kız çocuğuna tecavüz hikayesi okudum bu yıl bu kitap da onlardan biriydi.Diğeri kurgu olsa da bu roman tamamen gerçek hayattan alınma ve tamamen mağdurun ağzından yazılmıştı. Amacı bu tip psikopatların iyi halden salıverilmesini önlemek olan bu kitap umarım amacına ulaşır. 




BİT PALAS -ELİF ŞAFAK

Kitapseverlerin çoğu Elif Şafak ile AŞK romanıyla tanışmış olsa da ben yazarla ilk kez USTAM VE BEN romanıyla tanıştım. 2015 yılında BİT PALAS’I okuduğumda bu romanı benim için diğer romanlarından başka bir yere oturuverdi gönlümde. Ayrıntılı yorumu blogda mevcut.

KELİME DEFTERİ -NAZAN BEKİROĞLU

Yazarın MİMOZA SÜRGÜNÜ, NAR AĞACI, MÜCELLA romanlarını okuduktan sonra elime bir sahaftan geçen KELİME DEFTERİ için nerdeyse geç kaldığımı farkettim. Takip ettiğim bir yazar deneme, otobiyografi ya da günlük yayınlamışsa mutlaka alıp okurum. Çünkü yazarı tanımak için büyük fırsattır bunlar. Malum Nazan Bekiroğlu çok medyatik olmadığından onu da bu kitapla tanıma fırsatı bulup bir kat daha hayran kaldım.

VAROLMANIN DAYANILMAZ HAFİFLİĞİ- MİLAN KUNDERA

Yazarın şimdilik okuduğum ilk ve tek romanı olsa da mutlaka devam etmeliyim. İnsan duygularını bu kadar net ve keskin anlatabilen çok az yazar okudum çünkü. Bu arada kitabın bir de filmi varmış onu da 2016 izlenecekler listeme aldım bile:) Bu arada kitabın çevirisini yapan FATİH ÖZGÜVEN’in de adını geçirmeden olmaz tabi…

ELVEDA GÜZEL VATANIM -AHMET ÜMİT

2015’in son aylarına yetişen bu roman yazarın okuduğum tek romanı ama tarih bilgisi ve güçlü kalemi okumaya devam etmem için bir sebep.

KAFAMDA BİR TUHAFLIK -ORHAN PAMUK

Lise yıllarımda YENİ HAYAT ile başladım yazarı okumaya sonra tüm romanlarını okuyup beklemeye başladım çıkan her romanını hemen okumak için. Beklediğime hep değdi. Yorumu blogda mevcut.
Toplamda 200 den fazla kitap okudum bu yıl ve hepsini yeni bir tecrübe her kahramanı da yeni bir dost gibi bastım bağrıma. Yeni dergilerle de tanıştım bu yıl Sabit Fikir daima favorim olsa da KAFKAOKUR bu yılın benim için parlayan yıldızıydı. Ben 2015'ten asla okumaya doymayacağımı, asla öğrenmenin sonu olmadığını öğrendim… Sizin yılını nasıl geçti? 2016 yapılacaklar listenizi hazırladınız mı? Bilmiyorum ama önümüzdeki yıl benim için ‘’kitap okumak’’ diye madde sıkıştıverin aralara… 2015 güzeldi 2016 daha da güzel olsun….


  

9 Aralık 2015 Çarşamba

MİDDLESEX (JEFFREY EUGENIDES) -kitap yorumu

‘Sen erkeksin, ben de kızım’ dedi küçük çocuk; sarı bukleleri başak tarlasına vuran gün ışığı  gibi ışıklar saçıyordu. Karşıdaki kara gözlü, tombulca oğlan atıldı hemen ‘ben de erkeğim, zaten benim pipim var’.  Dört bilemedin beş yaşında iki çocuğun kulak misafiri olduğum bu sohbetleri düşürdü aklıma bu kitabı… Cinsel kimliği öğretilmiş iki küçük çocuk bugün yaptıkları  bu masumane sohbeti büyüyüp kocaman yetişkinler olduklarında da hatırlarlar mı bilemem. Ama hayatta herşeyin siyahla beyaz ,kadınla erkek, iyiyle kötü ya da güzelle çirkin gibi keskin çizgilerle ayrılamadığı durumlar olduğunu da öğrenmiş olurlar umarım o zamana kadar. 


Çünkü bazen yaşarken öğreniriz hayatın bizlere oynadığı oyunları; gen dediğimiz ama sırrı bugün bile bence tam olarak çözülememiş miniminicik sır küpleri gözümüzü, kaşımızı, sesimizi, saçımızı, boyumuzu, huyumuzu, huysuzluğumuzu saklar içinde ve bazıları dışardan bakınca bile onları ele verse de bazı sırlar yıllar sonra beklemediğimiz anda değil bizi, herkesi şaşırtacak şekilde saçılıverirler ortalığa. Şaşırtırlar evet herkes gibi bizi de şaşırtırlar. Çünkü biz de bilmeyiz neler saklanır içimizde, özümüzde…

Kahramanımız da böyle büyüyor öğretilmiş cinsel kimliğiyle ama bilmiyor tabi bu genler bizden önce yaşayan nesillerden alırlar sırlarını; iyi-kötü, ayıp ya da değil herşeyi getirip büyük büyük babaların, annelerin böyle insanlardı işte diye koyuverir gözümüzün önüne. Kahramanım da böyle karşılaşıyor herşeyle bir şeylerin ters gittiğini herkesten farklı şeyler hissettiğini de böyle anlıyor. 


Ama keşke herşey anlayınca olsa diyor insan, okudukça empati yapmanın imkansız göründüğü bir konu da sanki eliniz yüzünüz saçınız onunmuş gibi sanki herşey yanlış yerleşmiş gibi vücudunuza fazla geliveriyor. Ya da az… Normal sınıfında olan insan grubununun varlığının fazlalığı normal olamayan insanların varlığını yok saymaya neden değildir. Gerçi normal dediğimiz şey nedir?  o da tartışılır… 


Hiç birimize sorulmadı kimin oğlu ya da kızı olacaksın… Hatta kız mı erkek mi olacaksın.. Boyun ne kadar olsun? Nasıl bir vücut  tipi istersin? Sorulsaydı muhtemelen hepimiz uzun boylu renkli gözlü sarışın manken gibi vücutlara sahip tornadan çıkmış kadınlar ya da erkekler olurduk … Peki ya bizi hem kadın hem de erkek olabilecek organlarla dünyaya gönderip seçimi bise bıraksalardı… Cevaplar değişken tabi; belki çoğu erkek ‘kadın olmayı seçerdim’ diyecek çoğu kadının da  ‘erkek olurdum’ diyeceği gibi ama bence çok azı cinsiyetsiz olmayı seçerdi ikisine de sahip ama ikisi de değil. Ne dersiniz? Hak verir miydiniz bunu seçenlere? Kadın ya da erkek olmanın kendine has hiç bir imkanına sahip olmayan, ama aslında ikisini de içinde barındıran biri olmayı, ikisinden biraz biraz olmak yerine ikisini de reddedip insan olmayı tercih eden bir İNSAN… Çok mu karıştı kafanız? Karışmasın. Bence alın okuyun Calliopenin ya da Calli’nin hikayesini ona hak vererek, şaşırarak, bazen üzülüp acıyarak, bazen takdir edip onu çok severek okuyun… Mevzu derin çok düşünmeyin düşünmeden okuyun… 

8 Aralık 2015 Salı

MÜCELLA (NAZAN BEKİROĞLU) -kitap yorumu

Yaşanmamış bir hayat hakkında ne söyleyebilirsiniz? Boşa gittiğini, yazık olduğunu… Dünyaya bir kez geldiğimizi, bu hayatı istediğimiz gibi yaşamamanın büyük hata olacağını… peki bunları kaç kelimeyle anlatabilir, üzerine ne kadar konuşabilirsiniz? İşte usta bir yazar aslında konuşulacak anlatılacak hiçbir şey yokken ondan tam 340 sayfa bahsedebilen yazardır. Bunu yaparken de ‘’ee ne zaman bir şey olacak’’ diye beklemeden bitirdiğinizi görünce sizi şaşırtan yazardır bence. Ütopik şeyler, ağır dramlar, inanılması güç kurgular oluşturabilecekken evde kalmış sıradan bir ev kızının solup giden yaşamadığı hayatını anlatmayı seçmiş bir yazar bunu ancak kalemine güveniyorsa yapar. İşte istanbul kitap fuarında imzasını alıp tanışma fırsatı bulacağımdan emin olduğum halde imza kuyruğundaki izdiham nedeniyle yüzünü görmeyi bile beceremediğim ve bunun için üzülmem gerekirken ona değer verenlerin bu kadar çok olmasından garip bir gurur duyduğum Nazan Bekiroğlu… Böyle yazmış bu romanı ince ince, ama kırmadan, üzmeden, sıkmadan bunaltmadan sevdire sevdire her kahramana hak vere vere yazmış. 


Hepimiz sevdiklerimizi korumak, onlara zarar gelmesin diye herşeyden sakınmak zorunda hissederiz kendimizi. Biliriz ki böyle yaparsak kısa vade de üzülselerde uzun vade de hep yararlarına olacaktır onlar için almak zorunda olduğumuzu hissettiğimiz kararların dönüşü. Yani sonucun müspetliğinden emin olmasak da niyetimiz hep iyidir böyle davranırken. Neyyire Hanım da babsız büyütmek zorunda kaldığı Mücellasını bu niyetle hep dış dünyadan uzak tutarak gözünün önünde büyütüyor. Tabi bunu yaparken bilmiyor dışarıdaki hayatların kızının gözünün önünden öyle geçip gideceğini, Mücella’nın dışarıda yaşanan iyi kötü tüm hayatlara seyirci kalacağını. Çok bizden bir hikayesi var kitabın. Böyle diyorum, çünkü bugüne kadar en az bir tane hayatı boyunca evlenmemiş, annesinin dizinden ayrılmamayı tercih etmiş ya da buna zorunda bırakılmış, annesine çok benzeyen ama belki bıraksalar hiç benzemeyecek olan Mücellalar tanımışızdır mutlaka. Ama bu kadar yakından bakmış mıydık? Sanmıyorum. Ben çok sevdim Mücellayı; küçücük bir kız çocuğuyken de, utangaç bir ergenken ya da genç kız olduğunda da, hatta yaşlanıp Mücella abladan Mücella Teyzeye dönüştüğünde de sevdim. Ve hep umut ettim özendiği hayatlara belki ucundan kıyısından yanaşabilir diye… 
Her okuduğum romanıyla beni mest eden bu uğurda zaman zaman kalkıp Trabzona gitmeyi, kaleminden öpmeyi istediğim bu harika yazara saygılarımı sunarak tavsiye ediyorum bu kitabı…

Keyifli okumalar…