4 Mart 2017 Cumartesi

KÖRBURUN (Hikmet Hükümenoğlu)-kitap yorumu

Mart ayının ilk haftası Şubat Ayında okuduğum kitapları anlatan yazılarla geçecek tahmin ettiğiniz gibi. Şubat Ayı okuma listemi oluştururken Sabitfikir en iyi 50 roman 2016 listesinden etkilenerek oluşturmuştum. Çünkü yeni yıl başlarken geride kalan yılın en iyilerini kaçırmamak için ilk ayları bu işe ayırmayı istemiştim. Bugün bahsedeceğim kitap da bu listede yer alan ve böyle listelere zaman zaman göz atmanın benim için ne kadar gerekli olduğunu bir kez daha gösteren bir kitap. Öncelikle şunu söylemeliyim yazarın ilk okuduğum kitabı değil Körburun, ama en sevdiğim. Daha önce okuduğum Kar Kuyusu ve 04:00 romanlarından sonra her ne kadar dili ve olayları kurgulama başarısı beni etkilese de konuların mistikliği, içindeki gerilim, gerçek üstü kavramlar benim okurken bağlanamadığım konular olduğundan sanırım, listeye bakıp bir kez daha okusam mı bu yazarı diye tereddüt etmedim diyemem.

Bir kere öncelikli tercihimin her zaman Türk yazarlar olduğunu söylememe gerek yok sanırım. :) Ben her zaman kültürüyle, mekanlarıyla, diliyle, espri anlayışı ve üslubuyla tanıdık ve samimi gelen romanlardan alıyorum en büyük keyfi. İşte bu yüzden beni sıcacık kucakladı Körburun. Kahramanların hepsi (kötü olanları bile) sanki sokakta yürürken köşeyi dönünce karşıma çıkıverecekmiş gibi yakındı bana. Yaşadıkları olaylar olmasa da; belki verecekleri tepkiler, belki de söyleyecekleri sözler öyle beklendik ,öyle yakındı ki hafif gülümsemelerle, kırık bir kalple, hatta zaman zaman onların yerine utanarak okudum kitabı diyebilirim. Onlar gibi şaşırdım, onlar gibi sevindim, onlar gibi aşık olup en az onlar kadar hayal kırıklığına uğradım Körburun yolculuğum boyunca. İlk sayfadan sonunu gördüğümü, son sayfayı çevirince anladığım bu roman bitince, ilk iş bahsedilen bu adanın varlığını sorgulamak oldu arama motorundan ve en garibi de arama çubuğuna  “Körburun”yazınca “adası nerede” diye tamamlanmış olmasıydı sanırım. Yalnız değilsin Mehtap, dedim.  Yolu bu romandan geçen herkes uğramak istemiş demek ki bu adaya. Neyse ada hayaliymiş hatta yazar sitesinde sorulan benzer bir soruya “adayı ziyaret etmenin tek yolu kitabı okumak” diye cevap vermiş. Anlatmak istediğim şudur ki işte bu kadar gerçekçi bir roman olmuş Körburun. Varlığına bu kadar çabuk inanıveriyorsunuz.

Kitaplarla ilgili pek uzun yazsam da benden öğrenemeyeceğiniz, alıp okumadan da asla keşfedemeyeceğiniz şeyler olduğunu bilirsiniz. Ama birazcık bahsetmekten zarar gelmez tabi :) Bu yüzden şunu söyleyerek devam edeceğim ülke tarihimizde iz bırakan iki darbe dönemini ve bence utanarak hatırlanması gereken 6-7 eylül olaylarının yansımalarını okuyacaksınız. Tek bir cümleyle yazar tarihteki gerçek olayların hayali kahramanlara olası etkilerini çok gerçekçi anlatmış. O yıllarda genç bir kız ya da erkek olmayı, arkadaşlıkları, bencilliği, kolay yoldan her şeye sahip olma istediğinin yakıp kavurduğu insanları, dostluğu, evladından utanan ama bir yandan da varlığını kabullenen bir anne olmayı, kullanılmayı, dava diye peşinde koşulan şeylerin anlamını yitirmesini ve ellerinin boş kaldığını görünce bir insanın yaşayacağı derin hüznü, sadece dürüst bir insan olmanın sizi toplumda nasıl bir kabule götürdüğünü de okuyacaksınız. Küçücük, neredeyse unutulmuş bir ada da bir avuç insanın hayatında tüm dünyayı göreceksiniz. Ben gördüm. Beğendim.

Keyifle okuyun.

Not: Yazarın çok beğendiğim şahsi sitesinin linkini de ekliyorum. Paylaştığı yazıları  buradan okuyabilirsiniz.