2 Şubat 2017 Perşembe

DAHA - (Hakan Günday)-kitap yorumu

Kurdun dişine kan değdi işte… Bir kere bahsettin mi bu yazardan bir kere Hakan Günday dedin mi arkası gelecek mutlaka… Aslında bir yazarın kitapları hakkında üst üste yazmak pek istemediğim bir şey ama maalesef bu özeni bu kez bu yazar için gösteremeyeceğim hatta abartıp tüm kitapları hakkında bir hafta yazarım diye korkuyorum.(Hayır hayır korkmuyorum galiba içten içe istiyorum)

Bu kitap ne hakkında derseniz NEFRET derim. Gerek kahramanın dünyaya, düzene ve en çok da babasına duyduğu nefret, gerekse okudukça benden olan bitene karşı uyanan nefret. Netice de nefret işte… Ana konu İnsan kaçakçılığı olunca aslında çok bakılmayan ya da bakılmak istenmeyen bir yere çeviriyor başımızı yazar. Zorla mı baktırıyor hayır öyle bir dille sokuyor ki sizi o kaçakların arasına bazen kaçak oluyorsunuz, bazen kaçıran, bazen de habersiz vatandaş. Ama gerçekçiliği sizi öyle şaşırtıyor ki ‘Acaba yazar bu işi yapanlardan birini mi tanıyor? Çünkü bu gerçek olmalı’ diyorsunuz.

‘O dünyada yaşamak insan olana ne kadar zorsa dokuz yaşında bir çocuğa neler yapar?’diyerek hayal ettim olayları. Gaza büyüdü (evet kahramanımızın ismi Gaza) ama ben okuduklarımdan, o da yaşadıklarından öyle etkilendi ki normal olmak için savaş vermenin anlamsızlığını kavrayıp teslim oluşuna hak vermeden edemedim.

Kitap kaynağını Türkiye’nin jeopolitik konumundan alıyor. Malum böyle olunca yazar da siyasetten uzak kalamıyor. Ama bize ilkokuldan liseye anlatılan Asya Avrupa arasındaki köprü, üç tarafı denizlerle çevrili yarımada… gibi tanımların sadece geçer not almayı sağlayan üç beş tanımdan ibaret olmadığını göze sokuyor adeta. Hatta kitabın arka kapağındaki  bu tanımı alıntılamazsam tam olarak ne demek istediğimi anlatamayacağım sanırım. Meğer jeopolitik önem, içi kapkaranlık ve farları fal taşı gibi otobüslerin, sırf yol üstünde diye, gecenin ortasında mola verdiği kırık dökük bir binanın ada ve parsel numaralarıyla yapılan çıkar hesapları demekmiş. 1.565 km uzunluğunda koca bir Boğaz Köprüsü anlamına geliyormuş. Ülkede yaşayanların boğazlarının içinden geçen dev bir köprü. Çıplak ayağı Doğu’da, ayakkabılı olanı Batı’da ve üzerinden yasadışı ne varsa geçip giden, yaşlı bir köprü. Kursağımızdan geçiyordu hepsi. Özellikle de, kaçak denilen insanlar… Elimizden geleni yapıyorduk… Boğazımıza takılmasınlar diye. Yutkunup
gönderiyorduk hepsini. Nereye gideceklerse oraya… Sınırdan sınıra ticaret… Duvardan duvara…”

Daha’da sadece bunlara değil çocuk yaşta yaşanan travmaların izlerinin nasıl derin olabileceğine dair de fikir ediniyorsunuz…

Ölüme çok yaklaşan insanlarla yaşadığınızda değil gerçekten ölüme çok yaklaştığınızda anlıyorsunuz nasıl delirdiklerini.

İşte Mehtap usulü bir kitap yorumunun da sonuna geldik yine neler dedi ki acaba diyorsanız alın okuyun bu romanı o zaman belki benden çok daha karmaşık cümlelerle anlatırsınız çevrenizdekilere olanları. Belki de anlatamazsınız kim bilir?

Keyfinin çıkarın diyemeyeceğim çünkü okurken rahatsız olacaksınız, oturamayacaksınız hatta.
Ama bitince iyi ki okudum iyi ki dünyaya bir de buradan bakma şansı yakaladım diyeceksiniz.


Okuyun, okutun…

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder