Kurdun dişine kan değdi işte… Bir
kere bahsettin mi bu yazardan bir kere Hakan Günday dedin mi arkası gelecek
mutlaka… Aslında bir yazarın kitapları hakkında üst üste yazmak pek istemediğim
bir şey ama maalesef bu özeni bu kez bu yazar için gösteremeyeceğim hatta
abartıp tüm kitapları hakkında bir hafta yazarım diye korkuyorum.(Hayır hayır
korkmuyorum galiba içten içe istiyorum)
Bu kitap ne hakkında derseniz
NEFRET derim. Gerek kahramanın dünyaya, düzene ve en çok da babasına duyduğu
nefret, gerekse okudukça benden olan bitene karşı uyanan nefret. Netice de
nefret işte… Ana konu İnsan kaçakçılığı olunca aslında çok bakılmayan ya da
bakılmak istenmeyen bir yere çeviriyor başımızı yazar. Zorla mı baktırıyor
hayır öyle bir dille sokuyor ki sizi o kaçakların arasına bazen kaçak
oluyorsunuz, bazen kaçıran, bazen de habersiz vatandaş. Ama gerçekçiliği sizi
öyle şaşırtıyor ki ‘Acaba yazar bu işi yapanlardan birini mi tanıyor? Çünkü bu
gerçek olmalı’ diyorsunuz.
‘O dünyada yaşamak insan olana ne
kadar zorsa dokuz yaşında bir çocuğa neler yapar?’diyerek hayal ettim olayları.
Gaza büyüdü (evet kahramanımızın ismi Gaza) ama ben okuduklarımdan, o da
yaşadıklarından öyle etkilendi ki normal olmak için savaş vermenin
anlamsızlığını kavrayıp teslim oluşuna hak vermeden edemedim.
Kitap kaynağını Türkiye’nin
jeopolitik konumundan alıyor. Malum böyle olunca yazar da siyasetten uzak kalamıyor.
Ama bize ilkokuldan liseye anlatılan Asya Avrupa arasındaki köprü, üç tarafı
denizlerle çevrili yarımada… gibi tanımların sadece geçer not almayı sağlayan
üç beş tanımdan ibaret olmadığını göze sokuyor adeta. Hatta kitabın arka
kapağındaki bu tanımı alıntılamazsam tam
olarak ne demek istediğimi anlatamayacağım sanırım. Meğer jeopolitik önem, içi kapkaranlık ve farları fal taşı gibi
otobüslerin, sırf yol üstünde diye, gecenin ortasında mola verdiği kırık dökük
bir binanın ada ve parsel numaralarıyla yapılan çıkar hesapları demekmiş. 1.565
km uzunluğunda koca bir Boğaz Köprüsü anlamına geliyormuş. Ülkede yaşayanların
boğazlarının içinden geçen dev bir köprü. Çıplak ayağı Doğu’da, ayakkabılı
olanı Batı’da ve üzerinden yasadışı ne varsa geçip giden, yaşlı bir köprü.
Kursağımızdan geçiyordu hepsi. Özellikle de, kaçak denilen insanlar… Elimizden
geleni yapıyorduk… Boğazımıza takılmasınlar diye. Yutkunup
gönderiyorduk hepsini. Nereye
gideceklerse oraya… Sınırdan sınıra ticaret… Duvardan duvara…”
Daha’da sadece bunlara değil çocuk
yaşta yaşanan travmaların izlerinin nasıl derin olabileceğine dair de fikir
ediniyorsunuz…
Ölüme çok yaklaşan insanlarla
yaşadığınızda değil gerçekten ölüme çok yaklaştığınızda anlıyorsunuz nasıl
delirdiklerini.
İşte Mehtap usulü bir kitap yorumunun
da sonuna geldik yine neler dedi ki acaba diyorsanız alın okuyun bu romanı o
zaman belki benden çok daha karmaşık cümlelerle anlatırsınız çevrenizdekilere
olanları. Belki de anlatamazsınız kim bilir?
Keyfinin çıkarın diyemeyeceğim çünkü
okurken rahatsız olacaksınız, oturamayacaksınız hatta.
Ama bitince iyi ki okudum iyi ki
dünyaya bir de buradan bakma şansı yakaladım diyeceksiniz.
Okuyun, okutun…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder