11 Ocak 2015 Pazar

BÖĞÜRTLEN KIŞI (SARAH JİO)-kitap yorumu

Her şeyin bir zamanı var der büyüklerimiz...  İşte zamansız yaşanan olaylar dizisi sizleri bekliyor... Zamansız yağan kar... Zamansız yarım kalan bir aşk... Zamansız kaybedilen bir evlat... Zamansız yakalanan geçmiş... Zamansız ayrılan yollar... 
Mayıs ayında kar yağar mı? Yağsaydı ürkerdik hepimiz.. Bir de inançlarımız sağ olsun kıyamet alameti derdik. 1933 yılı Mayıs ayında   Vera'nın da kıyameti oluyor yağan kar... Evlat acısı çok zordur hiç şüphem yok ama karnını doyurmak için onu gece boyunca evde bırakmak  zorunda olan bir anneyseniz ve sabah geldiğinizde yatağında olmayan 4 yaşındaki bebeğinizden elinizde kalan zamansız yağmış karlar içindeki oyuncak ayısıysa, ister böğürtlen kışı densin o güne, ister kıyamet ; o annenin artık nefes alan bir ölüye döndüğü hayatının ilk günüdür. Yoksulluğu ve kadınlığından başka hiçbir şeyi olmayan bir kadının evladını arama çabası inanın bu satırları yazarken bile içimin burkulmasına sebep oluyor... Çünkü annenin çocuğunu arama hikayesini okurken sürekli bir damlacık bebeğin ne halde, nerede olduğunu düşünmekten de alıkoyamıyorsunuz kendinizi... İnanın işkence gibiydi o sayfalar...
Aslında kitabın tek bir kahramanı yok 1933 yılındaki Vera ve 2013 yılındaki Claire; bebeğini kucağına almaya çok yaklaşmışken talihsiz bir şekilde yarım kalmış bir anne. Kitap aslında yarım kalmış bir annenin geçmişte yarım kalmış başka bir annenin hikayesini tamamlama isteğinin hikayesi... 1930 'lu ve 2000 li yıllar arasında seyahat edip hadi artık diye sayfalara sarılıp sonunu öğrenmek için adeta yazara yalvaracağınız bir roman Böğürtlen kışı...
Bu arada romanda sadece anne evlat ilişkilerini değil, zaman zaman da bir kardeşin, diğerinin hayatına hangi noktaya kadar müdahale edebileceğini de sorguladığım anlar oldu... Acaba bazen sevdiklerimizin çıkarlarını koruma çabamız işleri daha da beter hale getirebilir mi? Bazen amacınız ne olursa olsun yarattığınız sonuç bir yıkımsa ne yapmak istediğinizden çok ne yaptığınız kısmıdır asıl olan. Bir de kitabın sonunda ortaya çıktığı için üzerinde fazla durulmamış gibi görünen ancak bence şöyle derinlerden kendini gösteren bir nokta daha var ki o da yıllar sonra artık yaşamayan annesini bulduğunda  ölüme çok yakın olmasına rağmen yaşama gülümseyen bir evladın içindeki fırtınalar.
Tabi birde kitap sizi tesadüflere inanmaya sevk ediyor ucundan kıyısından... 80 yıl sonra tekrarlanan olağan dışı bir olay ve evlat acısını yüreğinde taşıyan 2 kadının paralel evrende birbirlerine yakınlaştığını da hissediyorsunuz. Evet bu kısmı biraz uçuk geliyor kulağa biliyorum ama 2013 yılında bunalımda ve acı çeken bir gazetecinin 80 yıl önce yaşamış acılı bir annenin hikayesini tozlu raflardan çıkarması hatta aslında bütün bunların çok da uzağında yaşanmadığını fark etmesi sadece tesadüflerle açıklanabilir mi? Bu biraz kaderin varlığını inkar etmek olur bence.
Biraz da yazardan bahsetmek istiyorum. Sarah Jio bence çok yaratıcı bir yazar. Okuduğum tüm romanlarında harika bir olay örgüsü ve dokunduğu öyle çok konu var ki sonunda sizi şaşırtan bir son yazmasını da hesaba katınca yine aynı şeyi söylemekten alamıyorum kendimi, yazar olmak bence öğrenilen bir şey değil; kesinlikle yetenek işi. Üstelik yazarın bu romanı sadece radyoda dinlediği bir şarkıdan esinlenerek yazdığını da düşününce hayranlığınız artmasın da ne olsun.
Buraya yazarı bu romanı yazmaya sevk eden şarkının linkini de eklemek istedim. Gerçekten insanı başka diyarlara götüren oldukça romantik bir parça. Tadını çıkarın...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder