Her
şeyin bir zamanı var der büyüklerimiz... İşte zamansız yaşanan olaylar dizisi sizleri
bekliyor... Zamansız yağan kar... Zamansız yarım kalan bir aşk... Zamansız
kaybedilen bir evlat... Zamansız yakalanan geçmiş... Zamansız ayrılan
yollar...
Mayıs
ayında kar yağar mı? Yağsaydı ürkerdik hepimiz.. Bir de inançlarımız sağ olsun
kıyamet alameti derdik. 1933 yılı Mayıs ayında
Vera'nın da kıyameti oluyor yağan kar... Evlat acısı çok zordur hiç
şüphem yok ama karnını doyurmak için onu gece boyunca evde bırakmak zorunda olan bir anneyseniz ve sabah
geldiğinizde yatağında olmayan 4 yaşındaki bebeğinizden elinizde kalan zamansız
yağmış karlar içindeki oyuncak ayısıysa, ister böğürtlen kışı densin o güne,
ister kıyamet ; o annenin artık nefes alan bir ölüye döndüğü hayatının ilk
günüdür. Yoksulluğu ve kadınlığından başka hiçbir şeyi olmayan bir kadının
evladını arama çabası inanın bu satırları yazarken bile içimin burkulmasına
sebep oluyor... Çünkü annenin çocuğunu arama hikayesini okurken sürekli bir
damlacık bebeğin ne halde, nerede olduğunu düşünmekten de alıkoyamıyorsunuz
kendinizi... İnanın işkence gibiydi o sayfalar...
Aslında
kitabın tek bir kahramanı yok 1933 yılındaki Vera ve 2013 yılındaki Claire;
bebeğini kucağına almaya çok yaklaşmışken talihsiz bir şekilde yarım kalmış bir
anne. Kitap aslında yarım kalmış bir annenin geçmişte yarım kalmış başka bir
annenin hikayesini tamamlama isteğinin hikayesi... 1930 'lu ve 2000 li yıllar
arasında seyahat edip hadi artık diye sayfalara sarılıp sonunu öğrenmek için
adeta yazara yalvaracağınız bir roman Böğürtlen kışı...
Bu
arada romanda sadece anne evlat ilişkilerini değil, zaman zaman da bir
kardeşin, diğerinin hayatına hangi noktaya kadar müdahale edebileceğini de
sorguladığım anlar oldu... Acaba bazen sevdiklerimizin çıkarlarını koruma
çabamız işleri daha da beter hale getirebilir mi? Bazen amacınız ne olursa
olsun yarattığınız sonuç bir yıkımsa ne yapmak istediğinizden çok ne yaptığınız
kısmıdır asıl olan. Bir de kitabın sonunda ortaya çıktığı için üzerinde fazla
durulmamış gibi görünen ancak bence şöyle derinlerden kendini gösteren bir
nokta daha var ki o da yıllar sonra artık yaşamayan annesini bulduğunda ölüme çok yakın olmasına rağmen yaşama gülümseyen
bir evladın içindeki fırtınalar.
Tabi
birde kitap sizi tesadüflere inanmaya sevk ediyor ucundan kıyısından... 80 yıl
sonra tekrarlanan olağan dışı bir olay ve evlat acısını yüreğinde taşıyan 2
kadının paralel evrende birbirlerine yakınlaştığını da hissediyorsunuz. Evet bu
kısmı biraz uçuk geliyor kulağa biliyorum ama 2013 yılında bunalımda ve acı
çeken bir gazetecinin 80 yıl önce yaşamış acılı bir annenin hikayesini tozlu
raflardan çıkarması hatta aslında bütün bunların çok da uzağında yaşanmadığını
fark etmesi sadece tesadüflerle açıklanabilir mi? Bu biraz kaderin varlığını
inkar etmek olur bence.
Biraz
da yazardan bahsetmek istiyorum. Sarah Jio bence çok yaratıcı bir yazar. Okuduğum
tüm romanlarında harika bir olay örgüsü ve dokunduğu öyle çok konu var ki
sonunda sizi şaşırtan bir son yazmasını da hesaba katınca yine aynı şeyi
söylemekten alamıyorum kendimi, yazar olmak bence öğrenilen bir şey değil;
kesinlikle yetenek işi. Üstelik yazarın bu romanı sadece radyoda dinlediği bir
şarkıdan esinlenerek yazdığını da düşününce hayranlığınız artmasın da ne olsun.
Buraya
yazarı bu romanı yazmaya sevk eden şarkının linkini de eklemek istedim. Gerçekten
insanı başka diyarlara götüren oldukça romantik bir parça. Tadını çıkarın...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder