21 Ekim 2015 Çarşamba

ÖKSÜZLER TRENİ (CHRISTINA BAKER KLINE)- kitap yorumu



Bu göleti yeni keşfettik. Aslında Amerika’yı yeniden keşfetmek gibi bir şey bu söylediğim. Buralarda yaşayan herkesin bildiği sakin bir sabah kahvaltısı ya da keyifli bir hafta sonu geçirmek için tercih ettiği yerlerden biriymiş burası. ‘Biz de 10 yıl sonra keşfetmiş olduk’. deyip bir kahkaha patlatıyoruz. Yağmur yağmaya başladı. Su damlalarının göle düşüşünü izliyorum. Giderek büyüyen küçük halkalar.. Öyle çok çam ağacı var ki burada bulutlu havanın karanlık gölgesinin suya düşmesine izin vermiyorlar. Su bu karanlığa rağmen hala yemyeşil ve huzur verici. Izliyorum önce küçük sonra daha büyük sonra da kocaman sulara karışan halkaları. İşte tam bu sırada görüyorum onları; sürü halinde gezen sevimli tatlı su balıkları. Önce bir yöne doğru  hızla yüzüyorlar. Sonra ters yöne biraz öncekinden daha hızlı.. Kendime sormadan edemiyorum acaba balık hafızası dedikleri bu mu? Gerçekten unutuyorlar mı  bir kaç saniye içinde yaşadıkları herşeyi? Eğer böyleyse bir an ben de istiyorum balık hafızalı olmayı.Ne kadar artık geride kalmış olsalar da benimle gelen anıların yükünden kurtulmayı. Tabi sadece balık hafızalı olmayı istediğimi söyleyemem, bir bakıma selektif olma yetisine sahip bir hafıza istiyorum tam olarak. Unutmayı istediklerimi unutup sadece hatırlamak istediklerimi taşımak istiyorum anı heybemde. ‘Ne var ki bu kadar kurtulmak istediğin’ ya da ‘ne seni bu kadar rahatsız ediyor’ diye soruyorum kendime aslında öyle bariz bir şey gelmiyor aklıma ama yine de en azından gereksiz kalabalıklardan kurtulmak isterdim mesela…
İnsan hafızasının ne kadar derin olduğuna kafa yoruyorum bugün… Çünkü okuduğum kitap beni insanların bu hafıza dediğimiz gizemli depolarında neler saklayabileyeceğini düşünmeye sevketti. Hiç duymadığım bir konusu vardı. Aslında tam olarak şöyle  söylemeliyim hiç duymadığım gerçek bir olaydan bahsediyordu. 1854 ve 1929 yılları arasında iki yüz binden fazla öksüz çocuğa aile bulabilmek, bir yuvaya sahip olmalarına yardım etmek için kilometrelerce yol gitmiş, Amerika’yı adeta arşınlamış  bir trenden. Öksüzler Treninden.. Böyle söyleyince bu trenin seyahatlerinin amacının kutsallığından bahsedeceğimi düşünebilirsiniz ancak her ne kadar birincil amaca sözüm olmasa da ekonominin dibe vurduğu o yıllarda oradan sahiplenilen çocukların ‘evlat olmak’ yerine ücretsiz iş gücü amacıyla kullanılmak üzere alınmış olması amacını gölgede bırakmış. İşte kahramanlarımızdan biri bu trenle yeni bir hayata başlamaya mecbur edilmiş çocuklardan biri. Artık 91 yaşında olmasına rağmen hafızasının azizliğine uğramış, yaşıtlarının çoğuna ceza gibi gelen ama belki ona büyük bir ödül olacak unutma hastalığına yanına bile yaklaşmamış bir kadın. Küçük bir çocuğun yaşamaması gereken her şeyi yaşamış bir çocuk; hiçbir kadının yaşamaya dayanamayacağı acılar çekmiş bir anne…  Belki balık hafızalı olmayı bu dünya da en fazla isteyecek kadın.   Bir diğeri ise günümüzde öksüz bir çocuk olarak koruyucu ailelerin birinden diğerine sürüklenmiş 17 yaşında bir genç kız. Bu iki öksüz insanın yolları kesişiyor bir şekilde. Aslında ikisinin arasında uzun yıllar ve değişen bir çok şey varmış gibi görünse de yazar kaç yıl geçmiş olursa olsun bu dünyada öksüz bir çocuğun ne kadar eksik bir çocuk olabileceğini gayet net sermiş gözler önüne. 

Okumaya başladığım gün sonu belli kitaplardan diye düşünmüştüm aslında. Basit olay örgülü, sonunda üzecek ama şaşırtmayacak bir roman okuyacaktım. Öyle de oldu bir bakıma ama lanet olsun içimdeki empati yapıp duran Mehtap’a. Sarsılmadım dersem yazara da kendime de haksızlık etmiş olurum. Gerçek bir olaydan yola çıkıp kurgularla süslenmiş rahat okunan akıcı bir roman Öksüzler Treni… Keyifli okumalar..

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder