Mart ayının ilk haftası Şubat Ayında okuduğum
kitapları anlatan yazılarla geçecek tahmin ettiğiniz gibi. Şubat Ayı okuma
listemi oluştururken Sabitfikir en iyi 50 roman 2016 listesinden etkilenerek
oluşturmuştum. Çünkü yeni yıl başlarken geride kalan yılın en iyilerini
kaçırmamak için ilk ayları bu işe ayırmayı istemiştim. Bugün bahsedeceğim kitap
da bu listede yer alan ve böyle listelere zaman zaman göz atmanın benim için ne
kadar gerekli olduğunu bir kez daha gösteren bir kitap. Öncelikle şunu
söylemeliyim yazarın ilk okuduğum kitabı değil Körburun, ama en sevdiğim. Daha
önce okuduğum Kar Kuyusu ve 04:00 romanlarından sonra her ne kadar dili ve
olayları kurgulama başarısı beni etkilese de konuların mistikliği, içindeki
gerilim, gerçek üstü kavramlar benim okurken bağlanamadığım konular olduğundan
sanırım, listeye bakıp bir kez daha okusam mı bu yazarı diye tereddüt etmedim
diyemem.
Bir kere öncelikli tercihimin her zaman Türk yazarlar
olduğunu söylememe gerek yok sanırım. :) Ben her
zaman kültürüyle, mekanlarıyla, diliyle, espri anlayışı ve üslubuyla tanıdık ve
samimi gelen romanlardan alıyorum en büyük keyfi. İşte bu yüzden beni sıcacık
kucakladı Körburun. Kahramanların hepsi (kötü olanları bile) sanki sokakta
yürürken köşeyi dönünce karşıma çıkıverecekmiş gibi yakındı bana. Yaşadıkları
olaylar olmasa da; belki verecekleri tepkiler, belki de söyleyecekleri sözler
öyle beklendik ,öyle yakındı ki hafif gülümsemelerle, kırık bir kalple, hatta
zaman zaman onların yerine utanarak okudum kitabı diyebilirim. Onlar gibi
şaşırdım, onlar gibi sevindim, onlar gibi aşık olup en az onlar kadar hayal
kırıklığına uğradım Körburun yolculuğum boyunca. İlk sayfadan sonunu gördüğümü,
son sayfayı çevirince anladığım bu roman bitince, ilk iş bahsedilen bu adanın
varlığını sorgulamak oldu arama motorundan ve en garibi
de arama çubuğuna “Körburun”yazınca “adası
nerede” diye tamamlanmış olmasıydı sanırım. Yalnız değilsin Mehtap, dedim. Yolu bu romandan geçen herkes uğramak istemiş
demek ki bu adaya. Neyse ada hayaliymiş hatta yazar sitesinde sorulan benzer
bir soruya “adayı ziyaret etmenin tek yolu kitabı okumak” diye cevap vermiş. Anlatmak
istediğim şudur ki işte bu kadar gerçekçi bir roman olmuş Körburun. Varlığına
bu kadar çabuk inanıveriyorsunuz.
Kitaplarla ilgili pek uzun yazsam da benden
öğrenemeyeceğiniz, alıp okumadan da asla keşfedemeyeceğiniz şeyler olduğunu
bilirsiniz. Ama birazcık bahsetmekten zarar gelmez tabi :) Bu
yüzden şunu söyleyerek devam edeceğim ülke tarihimizde iz bırakan iki darbe
dönemini ve bence utanarak hatırlanması gereken 6-7 eylül olaylarının
yansımalarını okuyacaksınız. Tek bir cümleyle yazar tarihteki gerçek olayların
hayali kahramanlara olası etkilerini çok gerçekçi anlatmış. O yıllarda genç bir
kız ya da erkek olmayı, arkadaşlıkları, bencilliği, kolay yoldan her şeye sahip
olma istediğinin yakıp kavurduğu insanları, dostluğu, evladından utanan ama bir
yandan da varlığını kabullenen bir anne olmayı, kullanılmayı, dava diye peşinde
koşulan şeylerin anlamını yitirmesini ve ellerinin boş kaldığını görünce bir
insanın yaşayacağı derin hüznü, sadece dürüst bir insan olmanın sizi toplumda
nasıl bir kabule götürdüğünü de okuyacaksınız. Küçücük, neredeyse unutulmuş bir
ada da bir avuç insanın hayatında tüm dünyayı göreceksiniz. Ben gördüm. Beğendim.
Keyifle okuyun.
Not: Yazarın çok beğendiğim şahsi sitesinin linkini de
ekliyorum. Paylaştığı yazıları buradan okuyabilirsiniz.